top of page

Birey Olmayı Kafanıza Koyarsanız Başarırsınız
 

Resim eğitimini Güzel Sanatlar Akademisi`nde Özdemir Altan atölyesinde tamamlayan Gülcan Karadağ pek çok karma sergiye katılmış ve 10 tane kişisel sergi açmış. "Hayatım resim üzerine kurulu" diyen Karadağ özellikle sembol ve figürler üzerine çalışmayı çok seviyor. Tarih ve mitolojiye olan ilgisi onu "Yansımalar"a kadar getirmiş ve ortaya; hava, su, toprak ve yeniden doğuş ruhunun tuvale yansıdığı çok ilginç bir koleksiyon çıkmış. "Yansımalar"la ilgili düşüncelerini "Yaptığım resimlerde sembollere sadık kalabilmek için üçüncü boyuta fazla girmeden, iki boyut içerisinde imgelerin anlam derinliğini hissettirmeye çalıştım. Resmin insanlara yaptığı etki kitaptan daha farklı yoğunluktadır. Çünkü sanatçının ona kattığı başka bir ruh vardır. 'Semboller bu yüzyılda nasıl algılanabilir' diye düşündüm. Bende hissettirdiği buydu. Onun için renklerle ya da daha az perspektifle orijinalini bozmadan resimlerimde yorumladım" sözleriyle ifade eden sanatçı bakın resim, yaşam ve kadınlar hakkında neler söylüyor ...

Yansımalar isimli serginiz çok ilgi çekti. Resimlerinizde yoğun olarak dinsel ve mistik sembolleri kullanmışsınız. Bildiğimiz kadarıyla hareket noktanız "Mu Uygarlığı" ...
Tarih özellikle de mitoloji çok ilgimi çekiyor. Sanat tarihi okurken uygarlıklar ve sosyal yaşama etkisi üzerine eğildiğim bir konu oldu. Araştırmalarım beni Mu Uygarlığı ile tanıştırdı. Atlas Okyanusu`ndaki bir kıtada, 70 bin yıl kadar sürmüş olan bir uygarlık. Bunu incelerken pek çok sembolle karşılaştım; günümüzde kullanılan pek çok sembolün çıkış noktası olarak bu uygarlık gösterilir. Tüm bilgiler sembollere yüklenmiş. Ruhsal açıdan çok gelişmiş bir toplum. Özellikle ruhban sınıfı için söz konusu bu. Ayrıca tüm dinlerin çıkış noktasının bu gelişmiş toplumun attığı tohumlar üzerinde yeşermiş olduğu iddia edilir. Tabii bunların tamamı bir öngörüdür. Bunu ispatlamak benim değil araştırmacıların görevi. Ben sadece var olan bilgilerin estetik ve içerik bütünlüğü içerisinde yorumlanabileceğini gösterdim.

Mu toplumu ezoterik bir yapıya sahip sanırım ...
Evet. Tüm bilgiler ve inanç ruhban sınıfının elindeymiş. Zaten Musa Peygamber`e kadar inanç ve bilgi hep gizli kalmış. Mısır`da da böyleydi. Musa bir anlamda gizli bilgileri halka yaymış. Firavun ve Musa arasındaki mücadelenin temelinde inanç ve bilginin halka açıklanması olabilir.

Bir resmi oluştururken nasıl bir süreç yaşıyorsunuz?
Resim yapmak için zengin bir kalp ve ruhunuzun olması gerekiyor. Bu zorlu ancak çok eğlenceli bir süreçtir. Ben atölyemin yüz metre uzağında olduğum zaman huzursuzluk duyarım; her zaman boyalarıma, tuvalime yakın olmalıyım. Resim yapmak için her konuyla ilgili olmak, araştırmak ve öğrenmek gerekir. Benim için en kolay safha tuval kısmı. Daha çok zaman alan ve zorlayan ise hazmetmek ve resmi kafada oluşturmak ... Resimler aysberg gibidir; görünenin altında çok büyük araştırma, birikim ve dinamik bir hayat vardır. Diğer yandan yaratıcılığı gerektiren bir hayat tarzı seçmişseniz sınırları zorlamanız, var olmayan bir şeyi yaratmanız gerekir. En büyük tehlike kopyalamaktır.

Resim eğitiminizi nerede aldınız?
Eski adıyla "Güzel Sanatlar Akademisinin beş yıllık bölümünü bitirdim. Okula gerçekten çok aç gittim. Resim konusuna o kadar motiveydim ki, resmim bozulmasın diye lisede müzik bölümüne girmiştim.

Yansımalar dışındaki diğer sergilerinizde hangi temaları işlediniz?
Yansımalar`a gelene kadar hepsi onun ön hazırlığı gibiydi. Mitolojiyi ve müziği, özellikle operaları ele aldım. Figür yapmayı çok seviyorum. Ama benim için tema konusunda bir kısıtlama söz konusu değil. Neyi canım çekerse o an onu çalışmaktan zevk alırım.

Kendinizi ressam olarak mı, yoksa "kadın ressam" olarak mı görüyorsunuz?
Böyle bir ayrıma gitmek doğru değil ama kadın olmanın bazı avantajlarının da olduğunu söyleyebiliriz. Bence kadınların konsantrasyonları daha fazla; önsezileri çok daha güçlü. Bunu günlük hayatımızda da yaşıyoruz. Karar verme aşamasında da kadınların önde olduğunu düşünüyorum. Geçmişte kadınlara -beceremezler diye- yaptırılmayan işlerin çoğunu günümüz kadınları yapabiliyor. Ama bu konularda kadınlar üretken olmaya başladığı zaman da nedense o artık "kolay iş" olarak adlandırılıyor. Kadının başarısı büyük bir çoğunluk tarafından takdir görmeyebiliyor. Doğanın yapısından kaynaklanıyor bu. Mesela Tanrı hayal edildiği zaman hep bir erkek imgesi söz konusudur. En çarpıcı örnek olarak ilk akla gelen Hıristiyanlık`ta Tanrı`nın, eril kişi anlamına gelen "he" şeklinde anılmasıdır. Tanrı`nın cinsiyeti yoktur. Oysa şöyle bir mantık da yürütülebilir: Tanrı dişi olmalıdır, çünkü yaratıcı olan dişidir. Eski medeniyetlerde Tanrı hep dişi olarak sembolize edilmiştir.

Güç ve iktidar hep erkekle yan yana düşünülmüş. Tanrı ise en büyük iktidar olduğu için eril bir kimlik verilmiş galiba ...
En başta kilise erkek olarak kabul eder Tanrı`yı. Kadınlar da buna itiraz etmemiş ya da edememiş. Böylece kadınlar erkekten sonra gelen taraf olmayı mecburen yeğliyorlar. Kadınların pozisyonu "gizli güç”tür. Birinci kişi uygulama yapar, ikinci plandaki ise kararları verir, daha önemli bir pozisyondadır diye düşünüyorum.

Özellikle Orta Asya Türk kültüründe kadının ailedeki gücü çok fazladır ...
Eski Türklerde kadınla erkek arasında pek ayrım yoktur. Günümüzde de bazı bölgelerde hala kadının etkisi çok fazladır. Kent toplumunda yapı biraz daha değişmiş. Aslında her Türk erkeğinin altından oryantallik çıkar. Siz ne kadar güçlü bir kadın olursanız olun erkek kafasına koyduysa baskın gelmeyi, bu amacına ulaşmak için elinden geleni yapar.

Genlerimizde feodallik var belki de hepimizin ...
Bir denge kurulacak. Ama önce herkes, iki cinsin de Tanrı tarafından eşit yaratılmış olduğunu kabullenecek.

Bugünkü durum çok iç karartıcı mı sizce?
Ben bugünkü yapıyı kadınların isteksizce kabullendiğini düşünüyorum. Biraz cesaret gerekiyor. Kadınlar kendi değerini bilmelidir; kendileri bilmezse hiç kimse bilmez. Hele bu değerin biçilmesini erkeklerin takdirine bırakırsanız hiçbir şeyi çözemezsiniz. Birey olmayı kafanıza koyarsanız başarırsınız, ama bu zahmetli bir iş ve bazı kadınlar bu zahmete girmiyorlar. Kolayı seçmenin bazı avantajları var ama uzun vadede o kolay tercihin bedeli çok büyük olabilir. Bazı genç kadınlarımızdaki zengin bir adamla evlenip güvenli ve mutlu olma düşüncesini anlamıyorum. Para neden gerekli? Yaşlılıkta güvence ve bugünkü durumu korumak için gerekli. Hayatta zevk verecek pek çok şey çok ucuz aslında. Bunun için bakmak değil, görmek gerekiyor. Bir işiniz yoksa kendinizi ne kadar geliştirebilirsiniz? Çalışan kadın farklı dünyalarla karşılaşır ve kendini geliştirir. Bir kadın ne kadar güzel giyinirse giyinsin eğer evde oturuyorsa bir kafeste yaşıyor demektir. Erkek iş hayatı içinde kendini geliştirmeye devam ediyor. Kadın durursa geride kalır herkes gibi.

"Korunma" ve "kollanma" alışkanlığı ciddi bir handikap bu konuda ...
Kadınlar gücü, güçlü erkeği sever. Korunmak ve kollanmak için değildir bu; doğanın yapısından kaynaklanır. içgüdüsel olarak daha iyi çocuklar yapabilmek ister. Erkeğin gücü kadına güç verir. Diğer bir açıdan bakalım ve erkeğin kadına olan ihtiyacını ele alalım. Erkeğin de korunma ihtiyacı vardır. insanın doğasında var bu ihtiyaç. Kadın - erkek olarak ayırmamak lazım.

İş ve evlilik ilişkisine gelelim. Bir istatistiğe göre çalışan kadınlar, çalışmayanlara oranla çok daha fazla boşanıyor ...
Çalışmayan kesimde boşanmaların daha az olması o evliliklerin mutlu olduğu anlamına gelmiyor. Çaresizlikten süren birçok evlilik var. Kadınların sorunlarını ele alan TV programlarına bakıyorum; kocasıyla sorun yaşayan kadınların yüzde doksanı "Boşanırsam ne yapacağım?" diyor. Maddi olarak kocasına bağımlı. Zaten erkek kadını güçsüz bırakmayı sever, çünkü kendisine bağımlı olmasını ister. Kadın çalışınca güven kazanır. Mantıklı bir erkek karısının çalışmasını, başarılı olmasını ister. Çünkü bu ilişkiye bir dinamizm getirecektir. Başka bir konu çok enteresandır; aile içi cinayetlerin en vahşilerini gerçekleştiren kadınlardır. Dayak yiyen bir kadın dayak atamaz, ama öldürebilir. Bunları çok okuyoruz. Sonuçta bir kadının da erkeği alt etmesi, bir erkeğin kadını alt etmesi kadar kolaydır.

Ressamların hep çok marjinal hayatları olduğu düşünülür ...
Bunu hep söylerler, bana saçma gelen bir yorumdur. Ama biraz çevreye bakınca insan kendini ister istemez marjinal olarak görüyor; o çevre de sizi öyle bir yere oturtuyor. Oysa yaşam tarzım bana çok normal geliyor. Ben gecenin üçünde kalkıp yemek hazırlarım, yerim; insan acıkınca yemek yer. Başkalarına o saatte yenen yemek anormal geliyor. Kadınlarda, dışarıdan gelen tepkilere karşı kendilerine bir sınır çekme ve o sınırın içinde güven içinde yaşama eğilimi var. "O ne der, bu ne der?" Bende böyle endişeler yok, o nedenle rahat yaşıyorum. Günlük hayatım... Program yapamıyorum. Sabah kalkınca o gün ne yapacağımı bilmiyorum. Benim ömrüm böyle geçecek. Hayatım resim üzerine kurulu. Günlerim açılacak serginin hazırlıklarıyla geçer. Her şey kafamın içinde tamamlandıktan sonra da resim aşamasına gelirim ve günde 18 saat çalışır, sabaha karşı yatarım, bu üç ay kadar sürer. Şu günlerde dinlenme dönemindeyim. Günlük rutin işler, ev halleri, alışveriş... Ama kafamın içinde her zaman dosyalar vardır ve sürekli kayıt yaparım. Sadece resim mi? Hayır, mesela yemek yapmayı da çok seviyorum. Yaşamak çok güzel geliyor bana. Yaşamı eğlenceli hale getirmek istiyorum. Tamirat işlerine de merakım var, bu yüzden günüm hiç boş geçmez. Siz gelmeden önce sigortaları tamir ediyordum. Ben boş vakit diye bir şey bilmiyorum.

Peki hayatınızda eksikliğini duyduğunuz şeyler var mı? Ya da pişmanlıklar...
İnsan yaptığı şeylerden değil, yapmadığı şeylerden pişmanlık duyarmış. Eksiklik duyduğum şeyler elbette var ama çok küçük şeylerdir bunlar. Elimde olsa yine böyle bir hayat yaşardım. Eksikliğini hissettiğim çok fazla bir şey yok. Belki ihtiraslarımın az oluşundan şikayetçiyim biraz; daha hırslı olmak ve alıngan olmamak isterdim. Bazen geri adım atar, çekilir kendi inime girerim.

Huzurlu ve mutlu görünüyorsunuz. Spritüalizme ilginiz var mı?
Tabii ki var. Özellikle dinler benim çok ilgimi çekiyor. Dünyada 170 tane din var. Ancak tek bir Tanrı var. Farklı inançları, felsefeleri ve düşünceleri araştırmak ilgimi çekiyor. "Nereye geldiniz?" derseniz ... Yunus Emre`nin söylediği gibi: "Çekil aradan kalsın yaradan". "Çekil aradan" derken kendimi kast ediyorum. Tüm dinler, fikirler aynı denize akan ırmaklar gibidir, öz aynıdır. Yöntemlerde farklılık olsa dahi, aslında ulaşılması düşünülen nokta aynıdır: Bir cevap bulmak.
Diğer konulara gelince... Resim yaparken saatlerin nasıl geçtiğinin farkına varmıyorum. Zaman fark edilmez bir kavram oluyor. Saatler arasında kaybolmak bence bir meditasyondur. Meditasyon çok önemli ama beni daha çok uçuran şey çalışmaktır.

Bir dönem Nişantaşı Güzelleştirme ve Koruma Derneği`nin başkanlığını yaptınız ve çok aktiftiniz. En son bir kütüphane projeniz vardı ...
İdil Mahallesi`nde bir kütüphane açtık. Şu anda dahi arabamda oraya gidecek kitaplar var. Çok güzel çalışmalar yaptık, ama daha yapılacak çok şey vardı. Örneğin çeşitli dillerde, çok etkin bir web sitesi hazırlamak istiyordum. Bazı noktalara bilgisayar koyup herkesin kullanımına açacaktık. Sponsorluk sorunu ortaya çıktı, yetiştiremedim. Nişantaşı çok huzurlu, keyifli bir yerdir. Derneğin hala üyesiyim, belediye başkanımız da çok arzulu çalışıyor.

Bu harika sohbet için çok ama çok teşekkürler ...

Hakan Töre
Aktüel Kadın
15 Ağustos -15 Eylül 2004 

bottom of page